Tamemen Kişisel

Mısır püskülü. Kağıt bardakta içilen bir tebessüm. Hiç gelmemiş yağmur devri.

25 Aralık 2011 Pazar

Bir Deli'nin Anıları - 1

Gözlerimi cümlelerimden bağımsız bir hırsla açmış olmama rağmen, uyku ile uyanıklık arası ısınmış son bir kaç düşünce vardı hala ellerimde. Mavi bir yeleğin kıyısında oturmuş aklımın gidişini seyrediyordum hala. Kumun üzerinde dağılan bakışlarımı toparlayamıyordum ; bir jilet keskinliğinde rüzgar vardı, tırnak arası boşluğunda nefesler etrafta, belli belirsiz bir dalga ıslaklığı, ağu bir yutkunuş... Ellerimi kum doluşmuş saçlarımda gezdirirken sadece yürüdüğümü hatırladım. Upuzun ve kızıl ufku gören kilometrelik hırçın yollarda, serçe parmakların sesleri, bir tarafta da sessizliğin en ücra tavernaları olmalıydı ; bavulları eskimiş onlarca tebessüm sığıntıları içeride, sokak lambaları solgun, rüyalar yalnızca taş kaldırımların tutukluluğu iken...

Siyah yorgan örtülürken üzerime hala oradaydım. Nereden geldiğimi hatırlamaya başlamanın zafer sarhoşluğu, gittikçe belirginleşen içimdeki boşlukla beraber iyice dönüyordu gözlerimde. Kalkmam gerektiğini biliyordum, yılın en çetin rüzgarlarının olduğu vakitte, olmamam gereken bir yerdeydim. İliklerime kadar işleyecek bir titremeyi bekliyordum belki, henüz yırtılmamıştı sessizlik... Ceketimin tek sağlam cebinde, alnım kadar kırışmamış bir kağıt parçası elime değdi. Mürekkeplerinin birbirlerine kavuşmasından önceki son anlarını yaşıyordu. Yorulmazdı zaman nihayetinde, insan teriyle büyürdü.

En yoğun tutkular dahi korkunun kafesinden kaçamazken, ben nasıl koşabilirdim bilmiyordum. Nemli bir bank üzerinde, peşimde bir yığın cesur kum ile nefes nefese bulabildim kendimi. O kadar ağır bir yük vardı ki cebimde, tenime dahi değse kısılıyordu bakışlarım. Kağıda doğru soğuktan kaçan parmaklarımı uzatırken, bir kaç parça daha kırıntı döküldü hafızamdan. Ayaktaydım. Bir çift yeşilin elinde, dünyanın en can yakan iltifatları, sanki bir beddua karartısı gibi gökyüzümü kaplamıştı. Piyano tuşları yağıyordu dudaklarıma ; her biri düşerken bir başka melodi kırılıyor, bir başka kelebek ölüyordu önümde. Yetişemedi hiç bir baş parmak onlara, şakakları tutan herhangi bir dört parmak da yoktu zaten. Yalnızca sonsuza doğru uzanıyordu o karartının arkası, asla uzanamayacak olunanın bir siluet ritüelini bırakıp ; kayıp giden toprak parçalarına dualar okunmuştu halbuki, kırıldı bütün tarçın kokuları, kapandı kayboluş perdesi...

Fakat kayboluşlar bilinçliydi,
Ve onlar hiç sekmezdi başkalarının hayatlarına.