Tamemen Kişisel

Mısır püskülü. Kağıt bardakta içilen bir tebessüm. Hiç gelmemiş yağmur devri.

7 Nisan 2012 Cumartesi

Bir Delinin Anıları - 2

Ayaklarının altında çatırdayan merdivenler nereye geldiğini defalarca sorgulatmıştı. Tadilatı bitmemiş boş bir evin içinde yalnız olduğunu hissediyordu. Burnuna gelen ağır koku tiner olmalıydı ; bu onu kimi zaman duraksatıyor, kahverengi montunun yağmur sinmiş kollarına yöneltiyordu. Rüzgarın sertliği kulaklarını sızlatmıştı. Gri şemsiyesinin sapına dayanarak çıkmaya devam etti. Uzun ve dar koridorlara o kadar alışmıştı ki, merdivenin son basamağında önüne bakma gereksinimi duymadı. Saçlarının dağınıklığı, o uyandığı simsiyah sabahın bir izi olarak alnına değdiği vakit irkildi. Kapı tam karşısındaydı, nefesini tuttu, tokmağı ağır ağır kaldırdı ve hızla bıraktı.
Bekleyişlerin uzunluğundan nefret ederdi, sessizlik kulaklarını çınlatmaktan başka bir şeye yaramazdı çünkü. Varolduğu sürece ses olmalıydı. Acı dolu bir yüz ifadesiyle tekrar tokmağı ıslak parmaklarıyla kavradı ve hızlıca kaldırıp bıraktı. Kapının arkasından tıkırtılar geliyordu.
- Kim o ?
Derin bir nefesi gömleğinin açık yakalarından doğru içine bıraktı, gözlerini kısıp boğazını temizledi.
+ Benim efendim, doktor.
- Ah, evet hoşgeldin... neden bu kadar geç kaldın ?
+ Çok yağmur yağıyor, hem burayı bulmak için çok uğraştım, adresinizi her defasında değiştirmeniz de bunda bir etken tabi ki, her neyden kaçıyorsanız artık...
Kapının arkasından öksürükle karışık bir kahkaha duydu, huzursuzlanmaya başlıyordu.
+ Kapıyı açmayı düşünmüyorsunuz herhalde ?
- Aa kapı evet, açmayı inanın ben de çok istiyorum.
+ Bu ne demek oluyor şimdi ? Yaklaşık 3 saatlik bir yolculuk yaptım buraya gelebilmek için, boya damlalarının dans ettiği tahta merdivenlerde dinlenmektense bir koltuğu tercih ederim izninizle.
- Misafir çağırdığımı hatırlamıyorum, siz doktor değil misiniz ?
+ Evet ?... Bakın efendim her ne yapmaya çalışıyorsanız ina--
- Şşşş... O zaman seansa buradan devam edebiliriz, sandalyemi ve suyumu alıp geliyorum. Siz de kendinize rahat bir merdiven bakabilirsiniz bu arada.
Küçüklüğünden beri bu tür oyunlardan hoşlanmazdı, sokağın en huysuz çocuğu olması onun suçu değil insanların garipliğiydi ona göre. Her şey basitti onun dünyasında, bir insanın psikolojisi de dahil olmak üzere. Çözülemeyecek, sebepsiz, asilik içinde sivrilen hiç bir düşünce bütünü yoktu. Arzuladığı beyaz ve kırışıksız dünya uğruna ömrünü mesleğine adamıştı. Alçakgönüllüydü olabildiğince, aldığı ödüller, insanların gözündeki değeri, onun için sadece işinin getirdiği formalitelerdi. Geride bırakmanın anlamına inanırdı. Bıraktıkları ile yaşardı insan. Bu onun hayat felsefesiydi.
Gözlerinin daldığını farkedince başını salladı ve durduğu merdivene yavaşça oturdu. Gündüz olmasına rağmen ne koridora ne de merdivenlere ışık geliyordu. Çakmağını çıkarıp bir lamba var mı diye etrafa bakındı.
- Doktor ? Yoksa sigara mı içiyorsunuz ? İnanmıyorum !
Kaşlarını çatıp şaşırmış bir ifadeyle kapıya doğru baktı, sitem dolu bir yanıt vermek üzereyken elindeki çakmak aklına geldi.
+ Hayır hayır, bir lamba aradım da, fazla karanlık... hoş, benim gibi bir doktorun bu hallere geldiğini görmek daha da karanlık açıkçası.
- Ne varmış ki halinizde ? İstediğiniz her hastayı düğümlerinden çıkarabiliyor ve huzura kavuşturabiliyorsunuz, karanlığın sizden korktuğuna şüphem yok diyebilirim.
Sessizce "karadelikler, karadelikler..." diye fısıldadı ve montunun iç cebinden bir not defteri çıkardı. Mürekkepli kalem ile bir şeyler karalamıştı, okumaya çalışıyordu.
- Geçen geldiğinizden beri içimde garip hisler var doktor, ne yapmaya çalıştığım hakkında özellikle, sorgulama yeteneğimi geri kazanmış gibiyim. Onu unutuyor muyum yoksa ne dersiniz ? Belki ondan öncekini de, belki ondan da öncekini de... Doktor bu bir zincir gibi, neler anlattığımı hatırlıyorsunuz değil mi ? Buraya gelirken çok düşündüm, yüzleşmenin ne kadar doğru olduğunu siz öğrettiniz bana, baktığım her yerde bir savaş var, bu odadaki her şey canımı sıkıyor, ama konuşabiliyorum ağlamıyorum ve hepsinden öte sizinle iletişim halindeyim. Öyle değil mi ?
+ Yaa yaa tabi... Öyle diyorsanız öyledir, çok sevindim.
Adam konuşmaya devam ediyordu, fakat anlattığı kelimeler fonda çalan bir müzik gibi dağılıyordu beyninde. Deftere yazdıklarını baştan sona tekrar okuyordu. Daha önce adamla ilgili tespit ettiği her bir özelliği başka bir kağıda geçiriyordu ve işi bitinceye kadar adamı dinliyormuş gibi yaptı.
- ... ve sonra bugün camdan tekrar dışarı baktım, yağmur kırmızıydı doktor ! Gerçekten ! Kırmızı yağmur ! Artık yalnız başıma kan ağlamıyorum. Ben, ben ben yalnız değilim farkındayım. Siz de değilsiniz. Kimse yalnız kalamaz ki bu dünyada. Gözlerimi kapadığım her yerde yaşadıklarım var, gözlerimi açtığım her yerde anılarım var. Hepsini çok seviyorum, çok... Lanet olsun yanımda olmayanlara, doktor ben nerede hata yaptım ? Kapı sesime engel oluyor mu ? Korkarım ağlayacağım çünkü, canım yanıyor doktor, dua ettirmeyen bir tanrı istiyorum. Doktor, doktor !
+ Burdayım, burdayım...
- Oh, bir an o kadar korktum ki, siz de olmasanız ben kime konuşacağım ? Yalnız kalırım. Ve ben yalnız kalırsam, ve ben yalnız kalırsam ne olur biliyor musunuz ? Kendimi üzerim. Yaparım bunu. Bilirim yaparım. Çok üzüldüm çünkü. Üzüldüğümüz kadar yalnız değil miyiz doktor ? İşime kendimi verdiğimden beri sertleşti alnım, ellerim, kirpiklerim... Kendimi adadığım, yani ben, inandığım ve uğruna koştuğum şeylerden sadece, yani sadece... kazanabildiğim, para işte. Çok param olmasa siz burada olmazdınız öyle değil mi ? Doktor, beni konuşturarak para kazanmak adil mi size soruyorum ?
+ Üstüne para vereceğinizi söyleseniz kaç kişi sizi ikinci defa dinler bir düşünmek gerek derim.
- Hahaha, doktooor ! İşte sizi bu yüzden seviyorum, bu açıksözlülüğünüz... Haklısınız, üstünkörü bir haklılık, haklılığınızın sebepleri araştırılabilir belki ama tam 12'den vurmayı çok seviyorsunuz. Suyu içmeli miyim ?
+ Henüz değil.
- Sevindim, zira ben iyiyim. Duyduğunuz üzere. Peki duyduklarımız ile gördüklerimiz birbirleriyle bağlantılı mıdır ? Sanmıyorum. O da sanmıyordu. Bir insan bir denizi korkutabilir mi ?
+ Denizin derinliğiyle yarışabildiğinizi düşünüyorsanız neden olmasın ?
- Kesinlikle. Ve kesinlikle ve kesinlikle ! Alt tarafı birseksenüç boyum var. Çocukken, çocukken evet hatırlıyorum, evimizin arka bahçesinden geçen küçük dere bile benim boyumdan daha derindi. Hala da derin. Hem sesimiz bir basınç dalgası değil mi tanrı aşkına ? Nasıl bu kadar derinlik hissi verebiliyor ses ?
+ Değdiği vicdanın hassaslığıyla alakalı bir durum. Ama kimi zaman kelimeleri telaffuz etmek yerine güçlü ve sıkıştırılmış halini kullanmayı tercih ediyoruz. Duyu farklılığının kimde ne kadar olduğunu bilemeyiz, en azından ölçmeden.
- Yazı diyorsunuz öyle değil mi ? Anlıyorum sizi öyle değil mi ? Yazı... Doktor, yazılar bence paketlenmiş bir olguyu açmakla eş değer, istediğim aleti istediğim uzunlukta kullanabiliyorum bu doğrultuda, ya konuşsaydım ? Bu sokağa çıktığımız anda cebimizde ne varsa onu kullanmaya benziyor. Hayır doktor bana yazıyı kötüleyemezsiniz buna izin veremem.
+ Bir işi yaparken, imkanlarımız ne kadar genişlerse o işi en uygun şekilde yapabilmenin ihtimali de aynı oranda düşer. Fakat kısıtlı imkanlar demek, en iyi sonuca ulaşmak için daha çok ihtimal demektir. Bunu basit ihtimal hesabı gibi düşünebilirsin, 1000 farklı yolu olan bir imkan genişliği mi ? yoksa 10 farklı yolu olan mı ?
- Yani... Tecrübe mi ? O halde imkan genişliğini kullanabilmek tecrübe gerektirir. Öyle mi ?
+ Kimi buna tecrübe der, kimi yetenek der, ben ise stratejiden yanayım. İnsan beyni tecrübeyi alt edebilecek derecede gelişmiş bir organ. Tekeli tecrübeye veremeyiz.
- O halde ben yine yanıldım, doktor... ben yanıldım. Ama ben kötü bir şey istememiştim. Hayır hayır iyi niyetlerimizin cezasını çekmek çok saçma. Yüzsüzsünüz doktor ! Benim her defasında duvara tosluyor olmam size neden zevk veriyor ! Gri bir savaş gemisi kadar soğuksunuz. Şey, suyumu içmeli miyim ?
+ Lütfen...
Sessizlik üzerine tekrar derin bir nefes aldı, karanlık gözlerini kaşındırıyordu. Çakmağını hiç bu kadar seveceğini daha önce hiç düşünmemişti. Tebessüm ile onu bir yakıyor bir söndürüyordu. Daha sonra uzun aralıklarla yakmaya başladı, sonra daha da uzun aralıklarla yaktı, en son parmağı uyuşuncaya kadar söndürmemeye karar verdi. Ateşin içini dindirdiğini görüyordu. Sıcaklığı, dudaklarındaki yok olmak üzere olan çilek tadı kadar güzeldi. "Sanırım yağmur yüzümü fazla yıkadı" diye homurdandı. "Ne kadar da hazırlanmıştım buraya gelirken".
- İçtim, bunu içmek zorundayım değil mi her defasında ?
+ Diyaloglarımızın daha sağlıklı olması açısından sadece, bazen kendinize hakim olamıyorsunuz.
- Ne demezsin, bu zamana kadar hakim olduğum için böyleyim zaten.
Kendini tutamadı ve kıkırdadı, hayatı boyunca rastladığı en garip hastaydı şüphesiz. Bir arkadaşının ricası üzerine, çalıştığı yerin karşısındaki, şehrin en eski mekanlarından birinde içtikleri acı bir kahve onların yolunu kesiştirmişti. Hastaları ile genel mekanlarda görüşmek pek tarzı değildi fakat içinden bir ses ona bu seferlik göz yumdurmuştu. Adamın ilgi çekici bir bakışı vardı, dışarıda gözgöze geldiği onlarca crossing-over harikası insanlardan bir şekilde sıyrılıyordu. Gözlerinde söylenmemiş bir şarkı gibi bulutlar vardı, kelimelerinin arasında saklı başka kişilikler, kişilikleri içinde saklanmış onlarca kırık kalem. Yepyeni bir ev alabilecek kadar para kazanabileceği hastaları kuyruk olmuşken onu seçti. Sanki yeniden kitaplar hazırladığı yıllarına döndürmüştü onu, çocukça ama çok güçlü bir heyecan, sımsıkı bir tutku. - Reddedilmekten bahsediyordum öyle değil mi ? Notlarınızı karıştırdığınızı işitmiştim, o kağıtların hışırtısını nerede olsa tanırım. + Sizin hediyeniz olduğunu da biliyorsunuzdur öyleyse ? - Benim mi ? Hatırlamıyorum, değildir muhtemelen, rüşveti sevmem. "Rüşvet mi ? Neyse, unutmuş olabilir tabi..." diyerek içinden geçiştirdi, bir an için alındığını düşünmek bile istemiyordu. + Siz devam edin lütfen... - İnsan bir şeyi hedefledikçe, hedefe ulaşması zorlaşıyor sanırım. Hedeflemediğimiz, ama aslında hedeflememiz gereken güzel şeyler başımıza daha çabuk geliyor, bizi daha mutlu ediyor. Her şeyin ters işlediği bir dünyaya inandığımı söyleyebilirsiniz belki, ben sadece yaşadıklarımdan söylüyorum. + Hedeflerimizi koyarken yanlış veya doğru olduğunu bilemiyoruz. Ters düşünmenizin en önemli sebebi bu. - Bize öğretilenler hedef koymamıza yardımcı olmuyor mu ? Tabi ki hedefini 10 yıl sonra çocukluğunun geçtiği evde kendini asmak koyan bir insandan söz etmiyoruz. Eğer ki ben hedeflerimi yanlış koyuyorsam, yani kendi iyiliğimi düşünerek koyduğum hedeflerimi, o halde ailem ve tecrübelerim bana bir şeyleri yanlış vermiş demektir. Peki ailemin bu kadar başarılı olması ve onlara öğretilenlerin doğru olması bir paradoks değil mi ? + Bir buluta bakan insan güruhunda onlarca farklı şeyin hayal edilmesi de bir paradoks o zaman ? - O ne demek oluyor doktor ? + Yorum farkı kısaca. İnsan her şeyi doğru yorumlayabilen bir makine değil. Farklı anlamış olmanız, farklı düşünüyor olmanız, bunlardan daha doğal ne olabilir ki ? - Peki gerçek doğru nedir ? Neyi neye göre doğru yorumluyoruz ? Beni yanlış yorumlamakla itham ediyorsunuz. + Bu kadar uzak noktaları düşünürseniz bu işin içinden çıkamazsınız, sanırım inançlarınız içinizde yoğun bir karmaşa oluşturmuş. Çakıştığını düşündüğünüz şeyler var, belki de bazı hedeflerinizi onlardan bağımsız koymalısınız. - Bunu bazen kendime dahi söylemeye korkuyorum, açıkçası konunun en kilit noktasına bir anda vurdunuz. + Bu konuda yalnız değilsiniz, sizin gibi çok insan var. - Siz ? + Ben insanlığın mutluluğundan başka bir şey istemiyorum. Hem kendinizi benimle karşılaştırmanız doğru olmaz. - Kişilik bölünmesini benden daha çok yaşıyorsunuz, aslında bütün "doktor" adı altındaki insanlar da öyle, deli doktorları, halk ağzı hiç de kötü değil... Her bir insan için kendinizden bir parçayı onunla birleştiriyorsunuz, buna mecbursunuz. Mozaik yapınız sizi objektifleştiriyor. İnsanlığınızdan şüphe etmiyor değilim. "Ruhlarımızın yekpareliğinden ne şüphe..." diye içinden geçirdi, yaşadığı duygu anaforları içinden birer birer damlamaya başladı. Bilinçsiz şekilde kendini sualler içinde bulduğu bir tiyatro oynanıyordu. Bir an için kendini hasta koltuğunda hayal etti, dilinden dünyaya sunmak istediği nice mücevherler vardı. - Onu en son gördüğümde yüzü soru işaretleri içinde kaybolmuş bir şekilde hızlı hızlı yürüyordu, her nereye ise. Neyi aklından geçiriyordu, nasıl bir ışık vardı içinde, ya da bir sandık içinde yutkunduğu benliğim hala damarlarında dolaşıyor muydu... Bilmem. Bilmek de istemedim hatta. Bir anahtar deliğinin içinden kocaman umutları geçirmeye çalışmıştım. Çizgi filmleri izlemek yerine çizmek gerçekten çok zor. + Neden yanına gitmediniz ? - Siz olsanız gider miydiniz ? + Bunu asla bilemeyiz, zira ben asla siz olmayacağım. Adamın içten bir şekilde güldüğünü duydu. Söylediği sözü henüz kavrayamamıştı, konuşmanın yarıda kesilmesinden pek hoşlanmadığını belirtmek için sahte bir öksürük kullandı. - Desene en başa döndük doktor, o zaman burada ne yapıyoruz ki ? Aralarında kapı olması onu ilk defa bu kadar sevindirdi, çünkü kıpkırmızı olmuş yanaklarını o an hiç kimsenin görmemesi gerekiyordu. Dudaklarını büzüştürüp başına bir iki defa vurdu. Ellerini başından çekerken saçlarını kontrol etti, "Çok güzel, saçlarım da kabarmış... Kariyerimin dibine bu kadar vuramazdım sanırım". Kapının arkasında duran adamı bir hışımla öldürebilecek taşkın bir kızgınlığı dindirmeye çalışıyordu. İçine düştüğü durumdan çıkmak için eski bir yöntem kullanmaya karar verdi. + Güzel, denediğim adımları başarıyla geçtin diyebilirim. Birer adım daha derine inmeliyiz şimdi. - İsterseniz biraz hava alabilirsiniz, zira ruhumla haberleşmek için duman kullanıyorum biliyorsunuz. İhtiyaçlar, ihtiyaçlar... "Şu ana kadar söylediği en mantıklı söz, kesinlikle hava almalıyım...". Sıkıntılı bir ifadeyle yerinden doğruldu, geldiği yerin arka tarafında küçük bir bank olduğunu hatırladı. Mürekkepli kağıdı en son almak üzere yanına koymuştu, "dışarı bir yere atarım nasıl olsa" diye düşünüyordu. Çantasının içinden yeşil bir kutu çıkardı, içindeki beyaz kapsülleri görünce tahta merdivenlerden koşa koşa inerek dışarı çıktı. Yağmur hala dinmemişti, neredeyse göz gözü görmüyordu. Umursamaz bir tavırla saçlarından damlayan su omuzlarını titretmeye başlayana kadar bankın yanındaki ağacın dibinde durdu. "İmkansız..." diye mırıldanıyordu. "Bu imkansız..." ******************************

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder