Tamemen Kişisel

Mısır püskülü. Kağıt bardakta içilen bir tebessüm. Hiç gelmemiş yağmur devri.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

yanlış köprüler

"kalem kalem tükenirken hayat önümüzde, birer tren garı olduk senle bu şehrin saçlarında. kokusu çaresizlik kadar keskinken dualarımızın, tekrar uyanmayı seçtik... gözlerimiz bulutlara gömülüydü. ılık ılık kirpiklerimiz... ya sen.."

- akan rimellerimi silmek istemiyorum. nerede olduğumuz veya nereye gittiğimiz bulantılarımız içinde hiç önemli değil. yine kendi girdaplarımda boğulurken, bu sefer seni de götürmek istemiyorum. kayıt 23. son.

kasedi özenle yerinden çıkarıp, küçük pırasa bebeğinin yanına koydu. odasının en ücra köşesinde sanki insanlıktan saklanan boy aynasının karşısına geçti. kabarmış saçları, şişmiş gözleri ve kızarmış şirin burnunu görünce yüzünde bir tebessüm oluştu. geçmişini hatırlıyordu belki. varlığının ona verdiği büyük sancılarını. gerdanından göğüslerine yuvarlanmış arzu dolu bir kaç nefesi belki. acı, onun için ne olabilirdi ki ? bir sigara daha sadece...

- sigaram ? nerde nerde nerde... hah evet... evet..

bir dal daha yaktı camın karşısında. her solukta bir kıvranışı daha diniyordu sanki. kollarıyla evini sarmış, camına doğru bir sükunetle eğilmiş çınar ağacını seyretti. serin bir rüzgar... iliklerine kadar.

- seni de eğdiler öyle değil mi ? ... öyle tabi ki... öyle... seni de...

tekrar yatağına döndü. boş bir kaset daha çıkarıp kayıt durumuna aldı. sigaradan derin bir nefes daha çekti. defterin en uzun sayfasını açtı.

"huzursuz bir tarçın fırtınası * daha yüreğimde. zaman, takvimlerden damlarken köprülere, bir dere içinde "olmayacak" yaratıldı. umut küreklerim kırılsaydı.. yılsaydım yakamozlarına.. ıssız buğularında... ya sen ?"

- ... ... kayıt 24. s..s.. son.

birbirine karıştı ses telleri. ipince bir çığlık koparken derinden, gözleri susmayı tercih etti. olduğu yere uzansa, sanki bütün dünya orada bitecekmiş gibiydi. geleceğinden korkmamıştı hiç bu kadar, şimdiden korktuğu kadar..

- gitme vakti... kayıtsız bir kaç söz... sadece, yaşanmışlığın tek dostu duvarlarım için... en çok sizleri özleyeceğim... bir de pırasa bebeğimi... onu iyi koruyun... beni koruduğunuz kadar...

saçlarını son defa okşadı bebeğinin. yatağının içine şefkatle yatırdı. bir tek o sevinci zerkedebilirken dudaklarına, üzerini örttü... bir masum öpücük...

- kendine çok iyi bak olur mu...

sırt çantasını omzuna aldı ve kapıya doğru ilerledi. arkasına bakmak istemiyordu. ışığı açık bıraktı. pırasa için...

- sen her şeyin güzelini hakediyorsun pırasa... ışığın asla sönmesin... bizimkilerin söndüğü gibi...seni çok seviyorum...23'ü senin için bırakıyorum... olur da bir gün özlersen beni... di mi...

---------------------------------

sokaklar birbirine yabancılaşmıştı sanki. yürüdüğü her yol, bir çıkmaza gidiyor, attığı her adım onu bir parça daha ufalıyordu kaldırımlara... başını hiç kaldıramazdı ki... utanarak ölmek istiyordu. tüm bu insanlıktan, kötülüklerden, pandora'nın o lanet kutusundan... her şeyden utanarak... bir inancı yoktu... ne bir peygamber sabrı, ne de tüm insanların günahı için acılar çekmek... o utanmayı seçmişti... kıpkırmızı yanaklarını...

- aa kıza bakın..
- hasta gibi ıyyy..
- mecnun galiba..
- yazık biri yardım etmeli..
- uzak duralım çekilin..
- koşma oğlum uzak dur ondan..
- polis yok mu..
- aman tanrım şu hale bak..

yumruklarını bir kez daha sıkıyordu, her bir insan yanından geçerken... ezilmeyi damarlarında hissederken... yalnızca hiddetleniyordu, sonra yine bir utanma... baş öne... kalp toprağa...

- bu insanları toplamak lazım..
- kötüye düşürmesin tanrı..
- yazık...

patladı... nefret boşaldı sokaklara...

yeter ! ben ne bir mecnunum, ne de bir hastayım ! yeter !

geri çekilen kalabalık sese doğru toplanmaya başladı. yine de bir çekingenlik vardı havada...

varlığınızın bilinçsizliğinde, sadece bir sopa peşinde yaşıyorsunuz ! hiç biriniz daha doğmadınız bu dünyaya, gözleriniz hala kapalı...
- ah yazık delirmiş..
deli ha ? deli mi dediniz ?

orta yaşlı bir teyzenin yanına ilerledi, gözlerine hiddetle bakıyordu.

- damga yapıştırmak ne kadar kolay öyle değil mi ? deli... evet deliyim... çünkü bu dünyayı gerçekten yaşayabilmiş olanlar delilerdir bayan... bir döngü içindesiniz, içinizdeki acıları paranız refahınız kapıyor öyle değil mi ?
...
- öyle değil bayan... öyle değil... bizler insanlığı, ilk medeniyetten itibaren kaybettik.. düştü... paramparça oldu her bir asır.. geriledik... mutfakta kullandığımız bir robottan farkımız yok şimdi... acılar çektirdik... acılar , acılar, acılar !!
biri bu kıza yardım etsin...
- hayır benim yardıma ihtiyacım yok, asıl sizin var ! sizlerin... sizin gibilerin... hiç pırasa bir bebeğiniz oldu mu ? onu bile küçüklükte bıraktınız, kaçınız hala ona olan sevgisini hatırlıyor ?! biz sevgiyi unuttuk, insanlık unuttu bayan.... insanlık kaybediyor... her gün, biri daha sırtlanıp gidiyor buralardan...
...
- susmayın konuşun... bu gidenlerden... hayatını yanlış köprülerden geçerek bulan insanlardan... utanarak gidiyorum... sevgiden, insanlıktan utanarak.... hiç bir klişeye bağlı olmadan... genç bir kız değilim... bir insan bile değilim belki artık...

gözlerini koluyla bir hışımla sildi. çantasını tekrar topladı... bir kaç hıçkırık ile kalabalığı yarıp koşmaya başladı... şehrin uzak bir köşesinde, bir göl üzerine kurulmuş asma bir köprüye gelince durakladı.. yürümeye başladı yavaşça... köprünün ortasına gelince, çantasını yere attı... uzun uzun suya baktı... ve kendini boşluğa bıraktı...

neler geçiyordu aklından... rüzgar, bütün vücudunu yalarken, sadece gözleri açık kalabilmişti bu dünyaya... kalbini, aklını her şeyini kapadı...

suya ilk giriş... canı yandı... ensesi acıyordu... soğuk suyun verdiği şok ile bir an çırpınmak istedi... ama yapamadı... ışık suyun içinde ona doğru bulanırken, o sadece daha derine gitmek istiyordu...

ilk nefes veriş... her bir hava kabarcığında hayatından birer kısa film gördü sanki... tebessüm edebiliyordu... umutları ilk defa göğe gidiyordu sanki.. güneşin topraklarına...

titreyiş... zamanı geliyordu... daha sıkı bir titreyiş... ciğerlerine suyun dolmaya başladığını hissetti... ölümün bu kadar yalnız olacağını bilmiyordu... duyguları kapandı... zincirlendi... bilincini kaybediyordu... soğuk değildi... algısızlık...

gözleri son defa kapanırken hayata... aklından sadece son bir kaç mısra geçti...

"yanlış köprüler,
usul usul buharlaşan hayalinle,
şimdi ben doğuyorum kül tablasına,
bırak vicdanımı,
uykulu sularda artık ruhum,
amansız,
sarhoş..."

1 yorum:

  1. ellerine sağlık. ancak yakalayamadığım bir nokta var dışarıya çıktıklarında insanlar neden ona bakıyordu? yazar işine karışılmaz ama bu betimlense daha iyi olmaz mıydı? :) sevgiler...

    YanıtlaSil